Toroslu Kitaplığı

     geçmişten günümüze gelen birikim...

www.tdk.com.tr/Toroslu-Kitapligi

 

Dil Kitapları

Felsefe Kitapları

İnceleme Kitapları

Şiir Kitapları

İlköğretim Kitapları

Yaratıcı Okuma Dizisi

Üniversite Kitapları

Üç Nokta Dergisi Kitapları

Hobi-Spor Kitapları

Aile Sağlığı Kitapları

Yeni Hazırlanlar

Kitaplarımız

 

kitabınızı yayınlayalım

Kişisel Yayıncılık için...

 

İstanbul-Cağaloğlu

e-Posta:

admin@toroslu.com.tr

Tel:

 (0212) 527 52  96

Fiyat Listesi

 

 

 

 

     Kahramanlar Hep Çocuk / Edebiyatçılarımızdan Seçilmiş Hikâyelar

    

     Haz.: N. GÜNGÖR -  Toroslu Kitaplığı

 

 

Arka Kapak Yazısı

Bu kitapta, adları yanda (aşağıda)  verildiği gibi Türk edebiyatının seçkin yazarlarından birer hikâye seçtik sizler için. Hikâyelerin kahramanları hep çocuklar... Çocuklar için seçilmiş hikâyeler, ama büyükler de okuyabilir. Ta Dede Korkut’tan günümüz yazarlarına kadar bir yolun kilometre taşları bunlar. Türk hikâyeciliğinin gelişme çizgisini gösterdiği gibi, Türkiye insanının ve toplum yapısının da bir göstergesi. Türk dilinin geçirdiği değişimin bir aynası...

Dede Korkut, Evliya Çelebi, Ahmet Mithat, Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Halikarnas Balıkçısı, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, Samim Kocagöz, Aziz Nesin, Tarık Buğra, Necati Cumalı, Vüs’at O. Bener, Yaşar Kemal, Oktay Akbal, Talip Apaydın, Şükran Kurdakul, Cengiz Yörük, Fakir Baykurt, Tarık Dursun K., Tahsin Yücel, Erdal Öz, Füruzan, Behiç Duygulu, Selim İleri, Necati Güngör.

Her çocuk bir hikâye, her hikâye bir dünya... Burada anlatılan her çocuğun hikâyesini severek okuyacaksınız; onları tanıdıkça insanları sevmesini öğreneceksiniz. Edebiyatın da amacı bu değil mi zaten?

Başa dön

İçindekiler

Edebiyatımızda Hikâye

Dede Korkut: Deli Dumrul

Evliya Çelebi: Garibe-i Hilkat

Ahmet Mithat: İstanbul’da Donkişot

Ahmet Rasim:  Okula Başlıyorum

                        Okulda İlk Günler 

                        Şamar

Hüseyin Rahmi Gürpınar: Nasıl Öldürdüler?

Halit Ziya Uşaklıgil: Altın Nine

Ahmet Hikmet Müftüoğlu: Bir Damla Kan

Memduh Şevket Esendal: Eşek

Ömer Seyfettin: Falaka

Halide Edip Adıvar: Kabak Çekirdekçi

Halikarnas Balıkçısı: Dönmeyen

Refik Halit Karay: Eskici

Reşat Nuri Güntekin: Kirazlar

Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Ses Duyan Kız

Ruşen Eşref Ünaydın: Oyuncakçı Affan Efendi

Sait Faik Abasıyanık: Stelyanos Hrisopulos Gemisi

Sabahattin Ali: Arabalar Beş Kuruşa

İlhan Tarus: Çocukluğumuz 

Cevdet Kudret: Süleyman

Kemal Bilbaşar: Kaymaklı Tavukgöğsü

Orhan Kemal: Çikolata

Fikret Ürgüp: Yolculuk 

Haldun Taner: Atatürk Galatasaray’da

Samim Kocagöz: Beyaz Güvercin

Aziz Nesin: Üç Meleğin Anası 

Fikret Arıt: Toraman

Tarık Buğra: Oğlumuz

Kerim Korcan: Capon 

Mehmet Seyda: Amca Evi

Necati Cumalı: Benim Kalbim

Vüs’at O. Bener: Havva 

Yaşar Kemal: Yatak 

Oktay Akbal: Bizans Definesi 

Naim Tirali: Bisiklet 

Nezihe Meriç: Susuz IX 

Talip Apaydın: Hırsız

Hakkı Özkan: Masal

Şükran Kurdakul: Cicibaba 

Cengiz Yörük: Çocuktan Korkan Efe

Muzaffer Buyrukçu: Sisli Baklalar 

Fakir Baykurt: Babamın İşi 

Tarık Dursun K.: Anneciğini Hatırladıkça Bak

Ayhan Bozfırat: Haydi Anlat Anneciğim 

Tahsin Yücel: Önü

Bekir Yıldız: Son Kuş

Adnan Özyalçıner: Bodrumdaki Hazine

Erdal Öz: Çocuk 

Füruzan: Parasız Yatılı

Behiç Duygulu: Baba - Kız

İsmail Gümüş: Ateş Böcekleri ve Mico

Necati Tosuner: Ağabeyi

Selim İleri: Müsamere

Necati Güngör: Bir Avuç Kuru Üzüm

Yazarlar Sözlüğü

Başa dön

    Önsöz

EDEBİYATIMIZDA HİKÂYE

  

Hikâye nedir, ne değildir?

İster hikâye deyin adına, isterseniz öykü; ama bir biçimde onu tanımlamak gereğini duyarsınız, öyle değil mi ? Yani, hikâye nedir sorusunun yanıtını vermek gerekir.

Bazı şeylerin tanımını kesin sözcüklerle yapmak oldukça güçtür. Bana sorarsanız “hikâye” de onlardan biri. Bunca yılın yazarı olarak, ne karşılaştığım tanımlar bana doyurucu geldi; ne de ben kesin bir tanım getirebildim. Ama hikâyenin ne olmadığını sorarsanız size birçok şey anlatabilirim. Bizlere, okul sıralarında şöyle öğretilmişti:

“Olmuş ya da olabilir olayları gerçekçi bir biçimde anlatan metinlere hikâye denilir.”

Gerçekten bu mudur hikâyenin tam tanımı? Hiç sanmıyorum. Franz Kafka, Gregor Samsa adındaki kahramanının, bir sabah uyandığında kendini kocaman bir hamamböceği olarak gördüğünü yazmıştır sözgelimi. Gregor Samsa bir insan. İnsan hiç hamamböceği olur mu? Ne böyle bir olay olmuştur, ne de olması mümkündür…Demek ki bizlere öğretilen tanımda bir yanlışlık vardı.

Hikâye yazan kimse, illa ki bir gerçeği anlatmak durumunda mıdır? Hayır. Anlatılan şey gerçek olabileceği gibi, gerçeküstü de olabilir. Kafka örneğinde olduğu gibi. Yaşanmış bir olayı da anlatabilir, hiç yaşanmamış, ya da yaşanması mümkün olmayan bir olayı da. Yazar anlattığı konuyu kafasında geliştirip kâğıda döker genellikle. Mutlaka bir gerçeğe dayanması da gerekmez hikâyenin. Bir anısından da yola çıkabilir yazar, çevresinde gözlemlediği birtakım durumları da konu edinebilir.

 

Şöyle diyebilir miyiz ?

Hikâyeci ne anlatırsa anlatsın, konu ve izlek (tema) olarak neyi seçmiş olursa olsun, inandırıcı olmak durumundadır. Okur, yazardan içtenlik bekler. İçtenlikli yazar, inandırıcıdır. Hikâyenin birinci kuralı belki bu olmalı : İnandırıcılık.

Hikâyenin bir konusu olması koşulu da yoktur. Ama söyleyecek bir sözü olmalı yazarın. Bir yazar, hikâyeye başlamadan önce şu iki sorunun yanıtını kendi içinde yanıtlamış olmalıdır: 1. Ne söyleyeceğim? 2. Nasıl söyleyeceğim?

Yazar, o güne dek başkalarının anlattığı konuları yineliyorsa, özgün bir şey söylemiyor demektir… Anlattığını, kendinden önceki yazarlar gibi anlatıyorsa, yine hikâyesi özgün olmaktan yoksun kalır.

Kısacası şöyle diyebiliriz: Kimsenin anlatmadığı konuları, kimsenin söylemediği biçimde kaleme almak gerekir; yani özgün olmak gerekir.

Hikâye, onu yazan kişinin dünyaya bakışını yansıtır; yazarın, yaşamı yorumlayışıdır. Olayları ve insanları anlatırken, görünenin altında saklı olanı, ilk bakışta göremediğimiz bir şeyleri imliyor (işaret ediyor) olabilir yazar. Ama hikâye, düşüncenin doğrudan anlatıldığı bir makale değildir. Bazı düşüncelerin kabaca açıklandığı bir araç hiç değildir. İşte size, hikâyenin ne olmadığı konusunda bir kural daha…

Gazete yazarları da –ki onlara muharrir denilir- bir olayı, bir durumu, bir insanın yaşam serüvenlerini hikâye gibi kaleme alırlar bazen… Gazetecinin bu yaptığı iş, röportaj yazarlığıdır, hikâyecilik değil. Röportajda yer, zaman ve kişiler somuttur genellikle. Hikâyeninse böyle bir somutluğa gereksinimi yoktur. Yer, zaman, kişiler, olaylar ve durumlar yazarın kurguladığı, kafasında kurduğu şeylerdir. Hikâye gerçeğin peşinde değildir röportaj gibi; hele makale gibi bilimsellik iddiası hiç yoktur. Ama bilimden ve gerçeklerden pekâlâ yararlanabilir.

Hikâyenin ne olup ne olmadığı konusunda sanırım bir şeyler öğrendiniz.

Peki ya, hikâyenin roman karşısındaki durumu nedir diye soracaksınız şimdi.

Hemen söyleyelim: Hikâye bir roman özeti değildir. Hikâye uzatılınca roman olur, biçimindeki bir kanı, tümüyle yanlıştır. Hikâye, roman karşısında tümüyle bağımsız, kendine özgü bir türdür. Romanla ortak yanı, ikisinin de edebi (yazınsal) bir tür olmasıdır. Hikâye, romana göre daha yoğundur denilebilir. Bu, romanın yoğun olmadığı anlamına gelmez ama… Hikâye uzun da olabilir kısa da… Bir sayfalık hikâye olabilir, onlarca sayfa da olabilir. Yazarın anlatmak istediği şey, kaç sayfaya gereksinim duyuyorsa o kadar olabilir. Öyleyse, hikâye sayfa sayısıyla sınırlı değildir roman karşısında, diyebiliriz.

 

Edebiyatımızda hikâye ne zaman, kimlerle başladı?  

Halk arasında her zaman birtakım hikâyeler anlatılagelmiştir. Aşk hikâyeleri, kahramanlık ya da cenk hikâyeleri… Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Battal Gâzi, Heyber Kalesi Cengi, Kan Kalesi Cengi gibi. Ama bunlar dilden dile, kulaktan kulağa aktarılagelen hikâyeler. Yazılı kültürün ürünleri değil. Dede Korkut destanları da öyle, sözlü edebiyat geleneğinin ürünleri. Bilinmeyen bir yazar tarafından, on beşinci yüzyılın sonlarına doğru kaleme alınmış.

Hikâye, Tanzimatla birlikte edebiyatımıza girmeye başlamıştır. Önce çeviri hikâyeler yayımlandı; ardından çevrilip yayımlanan o hikâyelere benzer örnekler kaleme alınmaya başlandı. Buradan özgün hikâye yazarlığına doğru yol alındı.

İlk hikâyelerde, topluluk önünde anlatılan geleneksel meddah hikâyelerinin etkisi görülüyordu. Örneğin Ahmet Mithat Efendi’nin “Letâif-i Rivâyât” ile Emin Nihat’ın “Müsameretnâme”adı altında yayımladıkları hikâyeler bu özelliktedir.

Hikâyecilerin kimileri halka seslenmeyi yeğlerken, kimileri de aydın kesiminden okurlara seslenmeyi seçmişlerdi. Bunun sonucu olarak halka seslenenler yalın bir dille yazma, aydınları hedef alanlarsa yabancı dillerden alınmış sözcüklerle süsleme yoluna gitmişlerdir. Yazılan hikâyelerde, Batı edebiyatında görülen birtakım akımların etkisini saptamak da mümkündür: Romantizm, realizm, natüralizm gibi. Sözgelimi Ahmet Mithat, Emin Nihat, Şemsettin Sami romantizmden etkilenmişlerdir; buna karşılık Samipaşazade Sezai gerçekçilik (realizm) akımını benimsemiştir. Nabizade Nâzım ise Batının natüralist yazarları gibi yazmak istemiştir.

Bu türden etkilenmeler elbette doğal ve kaçınılmazdı. Daha sonraki dönemlerde de söz konusu akımların etkisinin sürdüğünü görüyoruz. Ancak zamanla Batı edebiyatından yalnızca teknik olarak yararlanılmış, seçilen konuların “yerli” olmasına dikkat edilmiştir. Özellikle halktan insanların yaşamı, sorunları hikâyelere konu olmuştur. Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Cahit gibi yazarların hikâyelerinde halk arasından seçilmiş tiplere bolca rastlarız. Buna karşılık halkın sade dilinden uzaklaşıldığı görülür.

Hikâyede çağdaşlaşma döneminin önemli kalemleri arasında Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay öne çıkan adlardır.

Ömer Seyfettin bu dönemde başlı başına bir kilometre taşıdır. Onun yetişmeye başladığı dönemde, yine Batıda doğup Osmanlı toplumunu da etkisi altına alan ulusçuluk (milliyetçilik) akımına tanık oluyoruz. Bu düşünce akımının sonucu olarak, bazı aydın kimseler, devletin, Türk halkına dayanması görüşüne varmışlardı. Dolayısıyla Türk halkına doğru bir yönelim baş gösterdi. Kimi aydınlar bu yönelişi aşırıya vardırıp, Orta Asya Türklerini de kapsayacak biçimde bir ulusçuluk akımına kendilerini kaptırdılar. (Turancılık)

Ancak bu ulus olma bilinci edebiyatta olumlu yönelimlere neden oldu diyebiliriz. Türk halkına, halk kültürüne, halkın diline yönelim, edebiyatta sadeleşme sürecinin başlamasını beraberinde getirdi. Ulusal bir edebiyat akımı doğdu.

İşte bu akıma öncülük edenlerin başında Ömer Seyfettin geliyordu. Halkın ve ülkenin sorunlarını, gerçekçi boyutlarda, hikâye yoluyla yansıtan Ömer Seyfettin’i öteki yazarlar da yalnız bırakmayacaktı: Yakup Kadri, Refik Halit, Reşat Nuri, Halide Edip, Memduh Şevket, hep bu çizgide yer almış yazarlardır. Özellikle, Ömer Seyfettin, Refik Halit ve Memduh Şevket, hikâyenin bağımsız bir tür olarak gelişmesine ve sevilmesine yol açtılar. Dilde yalınlığı seçtikleri için, hikâyeleri, geniş halk kitlesi içinde  ve kuşaklar boyunca okur buldu.

Cumhuriyet dönemi denilince, birdenbire başlayan yeni bir toplumsal yaşayış biçimi akla gelmez elbette. Kökleri geçmişe uzanan bir dönemdir bu. Yönetim biçimi, toplum yaşayışı, Batılı toplumlarınkine uyarlanmaya çalışılırken, yüzlerce yıl öncesine uzanan düşünce ve davranış alışkanlıkları sürüyordu bir yandan.

Geçiş sürecinin yazarları, Cumhuriyet’in ilanından sonra kabul edilen Latin abecesi (alfabesi) ile cumhuriyet ülküsünü savunma çabası içinde göründüler. Kimlerdi bunlar? En başta Yakup Kadri, Halide Edip, Ruşen Eşref, Reşat Nuri Güntekin sayılabilir. Memduh Şevket Esendal, F. Celalettin, Halikarnas Balıkçısı, Sadri Ertem, Sait Faik, Sabahattin Ali, Bekir Sıtkı Kunt, Abdülhak Şinasi Hisar, İlhan Tarus, Cevdet Kudret, Kenan Hulusi, Samet Ağaoğlu… Cumhuriyet döneminin en önemli hikâye yazarlarıdır. Kurtuluş Savaşı’nı yürütenlere “muhalif” olduğu için yurt dışına gönderilip sonradan bağışlanan Refik Halit Karay’ı da bu kuşaktan ayrı tutmamamız gerekir. Çünkü Cumhuriyet dönemi edebiyatının en önemli hikâyeci ve romancılarından biridir.

Hikâye yazanlar çoğaldıkça, hikâyelerin konusu da çeşitlenip zenginleşti. Memleket gerçekleri yazılır oldu. Başka bir deyişle, bizim insanlarımızın hikâyesi yazılmaya başlandı. Kentlisiyle, kasabalısıyla, köylüsüyle, sıradan ve küçük insanlar hikâye kahramanı oldu. Yoksulluk, işsizlik, hastane kapılarındaki çaresiz insanlarımız, hapishaneleri dolduran toplum kurbanları, bir dönemlerin saygın adamları olarak görülen devlet memurları, öğretmenler, okumak için çırpınan öğrenciler, gerçekçi bir anlayışla ele alınıp işlendi. Kemal Bilbaşar, Orhan Kemal, Umran Nazif Yiğiter, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Yaşar Kemal, Muzaffer Hacıhasanoğlu, Haldun Taner, Tarık Buğra, Oktay Akbal, Naim Tirali, Zeyyat Selimoğlu, Vüs’at O. Bener, Nezihe Meriç, Tahsin Yücel, Tarık Dursun K., Mehmet Seyda, Muzaffer Buyrukçu gibi önemli adlar, gerçekçi edebiyatın gelişmesine katkıda bulundular.

Edebiyata her yeni kuşak geldiğinde eski ustalarla yarışmak, onlara kendilerini benimsetmek durumundadır. Ancak “yeni” olmak kolay elde edilir bir sıfat değildir. Her yeni kuşağın kendi türünde gerçekten bir yenilik getirmesi gerekir. Ellili yıllarda ortaya çıkan hikâyecilerde bu çaba kendini açıkça belli eder: Dilde, anlatımda, içerikte, kendinden önceki kuşaklardan farklı olma çabası.

Bir değerlendirmeye göre de hikâyeciliğimize, önemli iki yazarın anlayış çizgisi egemen olmuştur: Sait Faik ve Sabahattin Ali çizgileri. Sabahattin Ali Anadolu insanının hikâyecisidir. Düşüncelerinden ötürü birkaç kez yargılanmış, hapishanelerde yatmıştır. Dolayısıyla Anadolu insanını yakından tanıma olanağı bulmuştur. Tanık olduğu, dinlediği dramatik, hatta çoğu kez trajik olayları, insanımızın başına gelen acı serüvenleri yazmıştır hikâyelerinde. Yaşadığı dönemin zor koşullarında ezilen insanların olmamasını özlemiştir. Bu nedenle de yazdığı acı hikâyelerle, devlete karşı olduğu varsayılmıştır. Kendi yaşamının da, tıpkı hikâyelerinde anlattığı halktan insanlarınki gibi trajik bir sonla noktalanması bir rastlantı değildir.

Sait Faik ise, acı gerçeklerin değil, sevilesi iyi insanın peşine düşmüştür bir hikâyeci olarak. İstanbul’dan, Adapazarı’ndan, Bursa’dan tanıdığı küçük insanların, hayatını emeğiyle kazananların, azınlıkların, balıkçıların, çocukların, o basit dünyaları içinde kâh mutlu, kâh hüzünlü olan kimselerin yaşam serüvenlerinden kesitler kaleme almış; bunu yaparken de yazar olarak düşgücünden yararlanmıştır. O, kuralları önceden belirlenmiş, başı sonu belli bir hikâyenin ardına düşmemiş; adeta içinden geldiği gibi, okuruyla söyleşircesine, şiirsel bir hava yaratarak kaleme almıştır hikâyelerini. Yaşadığı dönemin İstanbul’una, bu kent insanlarının yaşamına tanıklık etmiştir. Onun hikâyelerinde yaşanılası sadelikte, ama bir uçtan değişmekte olan bir İstanbul buluruz.

Sabahattin Ali’nin de, Sait Faik’in de, kendilerinden sonra gelen hikâyeci kuşaklarını önemli ölçüde etkiledikleri doğrudur.

Elinizdeki hikâye antolojisi (siz isterseniz seçki deyiniz buna) hazırlanırken, yukarıda çok özet biçimde anlattığımız gelişme çizgisi göz önüne alındı. Aslında gelmiş geçmiş hikâyecilerin tümü elli yazardan oluşuyor değil elbette. Ancak biz kitaplaştırma olanaklarını da göz ardı etmeden, öne çıkmış adlardan örnekler vermeye çalıştık. Sonuç olarak, elli üç yazardan elli üç hikâye seçtik.

Hikâyeleri okurken göreceksiniz, kahramanlar hep çocuk. Ancak bunlar, yalnızca çocuklar okusun diye kaleme alınmış değil. Büyük küçük, herkes için yazılmış. Başka deyişle söyleyelim: Bunlar çocukları anlatan hikâyeler, evet, ama çocukları çocuk yerine koyan hikâyeler olduğu söylenemez.

Yazarlar doğum sırasına göre sıralandı. Böylece kuşaklar boyunca yetişmiş yazarların ürünlerini okurken, hikâyemizin gelişme ve değişme çizgisini de yakalayacağınızı umuyoruz.

Başa dön

   

Kapak Resmi

Başa dön

   

Teknik Bilgiler (Boyut, ISBN, Kağıt ve Cilt Türü)

Sayfa: 320

Boyut: 14x 23 cm2

ISBN: 975-92525-6-2

Kağıt: 70 gr. Lüks Kitap Kağıdı

Cilt: Amerikan Cilt

Başa dön

   

Önerilen Satış Fiyatı? Kitabı Nereden Satın Alabilirim?

Kitabın Önerilen Satış Fiyatı 15  YTL'dir.

Kitaplarımızı kitabevlerinden temin edebilirsiniz veya İnternet üzerinden satın alınabilirsiniz.

İnternet üzerinden temin  etmek için aşağıdaki sitelere bakabilirsiniz:

Türkiye'nin İnternet Kitapçısı: www.tdk.com.tr

 

Başa dön

     Tel: +90-212-527 52 96          Faks: +90-212-527 52 97    e-Posta: admin@toroslu.com.tr      Son Güncelleme:  29 Aralık 2019, Pazar  
     Copyright © 2003-2019  [Toroslu Kitaplığı]. Tescilli markadır. Tüm haklar saklıdır.