Bu Kitap Neden Yazıldı ?
Kimileyin bahçelerin veya apartmanların duvarlarına, kimileyin yollara,
kalıcı boyalarla çizilmiş, çoğu yürek biçiminde çerçeveler içine bir genç
kızla delikanlının adlarının baş harflerinin yazılmış olduğunu görürüz. Ya
da bir ağacın gövdesine kazınmış bir tarih, altında bir veya iki harf.
Otobüslerin, kamyonların karoserlerine veya plaka numarasının sağına,
soluna ya da her iki yanına yazılmış "sevdalım", "zeytin gözlüm", vb.
sözler; taksilerin, minibüslerin aynalarının arkasına yapıştırılmış
etiketlerde benzer sözcükler.
Nedir
böylesi bir davranışın arkasında yatan neden? Bu davranışın ardında bir
istek var: Kişi için o sırada önemli olan bir durumu, olguyu
sabitleştirmek; onun akıp gitmesine ve yokluğa karışmasına, belleklerden
silinmesine engel olmak; kendini, o andaki durumunu ifade etmek, tanıdığı
veya tanımadığı başka insanlara da duyurmak; şansı varsa geleceğe
aktarmak, dolayısıyla kendinden bir parçanın kalıcı olmasını sağlamak.
Bu tür
yazılar “dünyaya kazık çakma"nın çok yalın yansımaları değil midir?
Her birimiz şu ya da bu yolla kendimizden dünyaya ve de geleceğe bir
şeyler bırakmak isteriz; yani geleceğe bir şeyler bırakarak temelde ölüme
meydan okuruz, ölümsüzlüğe yelken açarız.
İnsanlar belirli bir yaşa geldiklerinde çocuk sahibi olmak isterler, çünkü
gelecekte çocuklarında ve onların çocuklarında…ve onların da çocuklarında
yaşayacaklardır. Canlılarda üreme içgüdüsü bir bakıma geleceğe
uzanma güdüsüdür.
Müzikçiler yarattıkları müziklerde, ressamlar resimlerinde, mimarlar
yapılarda, öğretmenler yetiştirdikleri kuşaklarda, kimi insanlar da belki
diktikleri fidanlarda yaşamayı sürdüreceklerdir. Her insanın
yaşamında, bilincinde olsun veya olmasın, şu ya da bu alanda, kendisini
gelecekte yaşatacak bir çabası kesinkes vardır.
Bunların dışında, bir de insanın yaşadığı ortamı, dünyasını değiştirme
çabasından söz edebiliriz. Herkes kendi alanında yapar bunu. Müzikçi
müziğiyle, yapı ustası ördüğü duvarla, politikacı güttüğü politikayla-
kimi zaman da, daha doğrusu sık sık savaşarak vb....
Yazmak, ölüme meydan okumanın, gelecekte yaşamanın, "dünyaya ve geleceğe
kazık çakma"nın ve belki de bir yandan " o kazığa sıkı sıkıya
tutunma"nın, kendini, düşüncelerini anlatmanın ve dünyayı değiştirme
çabalarının bir yoludur. Kimi insanlar Doğa’nın kendilerine çekirdek
halinde verdiği yetenekler arasından geliştirmek için yazma yeteneğini
seçerler. Esin pırıltılarını yakalayıp yetenekleriyle, birikimleriyle
harmanlayarak yazarlar ve başkalarına sunarlar.
Bir
insan, ister yazı ister başka bir yaratı alanında olsun, yalnızca esin ve
yetenekle nitelikli, kalıcı bir veya bilemediniz iki yapıt ortaya
koyabilir. Yalnızca esin ve yeteneğe yaslanarak sürekli ve nitelikli
şeyler yaratmak olanaklı değildir.
Kimi
kişiler de kendilerini, bir zamanlar öğrenmiş olduklarının sınırları içine
kapatırlar. Bildikleri, düşündükleri kadarı doğrudur belki, ama
kendilerini kapattıkları dünyanın dışına pencere açmadıkları için hem o
dünyayı genişletecek yeniliklerden haberleri olmaz, hem de başka
dünyaların doğruları ve güzelliklerine ilişkin sezişleri ve düşünceleri ya
hiç gelişmez ya da çok az gelişir. Böyle insanlar başkalarıyla konuşurken
sözü ne yapar eder, kendi sınırları içine sıkıştırırlar. Bu söylediğimin,
bilimlerin veya sanatın uzmanlık alanlarından çok farklı bir şey olduğu
açıktır.
Yazarın, deyim yerindeyse, duyargalarının sürekli ve her yöne açık olması
gerekir. Deneyim, sürekli kendini yenileme, geniş bir bakış açısıyla
zenginleşen bir birikim, yaratının içeriğini derinleştirir, ona yeni
boyutlar kazandırır.
İçerik
iyi bir biçimde, iyi bir teknikle ortaya konmazsa okur (müzikte dinleyici,
sinema ve dramada izleyici) onun güzelliğinin farkına bile varamayabilir
çünkü iyi bir teknikle yazılmamış bir kitabı okumak ya çok zordur ya da
olanaksızdır. Okunamayan bir içeriği nasıl fark edip nasıl
anlayacağız peki?
İçeriği iyi bir biçimde sunma tekniği öğrenilebilir. İşte bu kitap roman
(ve öykü) yazmak isteyenlere bu tekniklerin ipuçlarını vermeyi
amaçlamaktadır. Ayrıca bu teknikleri bilmenin okurlara da bir kitabı
okurken neleri göz önünde bulundurmaları gerektiği konusunda yardımcı
olacağı açık bir gerçektir.
"Yaratıcı Yazma" derslerimde yazma tekniklerini kuramsal olarak
anlatıyor, bir sonraki hafta için o gün anlattıklarımla ilgili kısa
ödevler veriyordum. Ödevler gelince kimilerini sınıfta okuyup
değerlendiriyorduk. Daha uzun ve kapsamlı uygulamalara başlamamıştık bile.
Bir gün öğrencilerin ödevler konusundaki düşüncelerini söylemelerini ve
sınıfta tartışmayı önerdim. Kimse söze başlamak istemiyordu.
Güdüleyici birkaç söz söyledim. Çekinceli, kendine güvensizliği açığa
vuran yanıtlar gelmeye başladı. Genç bir arkadaş da, "Hocam, siz
anlattıklarınızla ilgili olarak romanlardan örnekler veriyorsunuz ama biz
o romanları okumadığımız için sözleriniz havada kalıyor. Verdiğiniz
örneklerden okuduklarımızı da sizin anlattığınız gözle okumadığımız için
yine sözleriniz havada kalıyor," dedi.
Bu
genç arkadaşımın sözlerinde benim için çok önemli üç nokta vardı:
1. O
güne değin, zaman zaman yirmi kişiyi bulan gruptan kimse, verdiğim
örneklerin yerini bulmadığını söyleme yürekliliğini gösterememişti.
Anlıyormuş gibi bakıyorlardı. Grupta üniversite öğrencileri, üniversite
bitirmiş kişiler, amatör tiyatro oyuncuları, lise mezunları bir de lise
öğrencisi vardı. Not ve sınav kaygısının bulunmadığı ve çalışmaların
arkadaşça ilişkilerle sürdürüldüğü, kendilerinin gönüllü olarak katıldığı
bir ortamda, en az dört beş hafta süreyle sorunu dile getirmekten hepsi de
kaçınmıştı. Bu durum bana, Türkiye’de okulda ve evde uygulanan
eğitimin sonuçlarının yanı sıra, insanın soru sorabilmesi için sorduğu
sorunun da doğruluğuna güvenmesi gerektiğini düşündürdü. Bunun için de
kişinin önce bilgisine ( bildiği kadarına) güvenmesi gerekmektedir.
2.
Düşündüğüm ikinci önemli nokta insanımızın ne kadar az okuduğuydu. Oysa
verdiğim örnekleri dünya edebiyatının klasikleşmiş romanları, öyküleri,
oyunları ve filmleri arasından seçiyordum. Roman ve öykülerin çoğu
20.yy. yapıtlarıydı. Bu yapıtların çevirileri birden çok yayınevi
tarafından ve birçok kez yayımlanmıştı. Türk edebiyatından seçtiğim
örneklerse en azından liselerde okutulduğunu düşündüğüm veya çok
sözü edilmiş roman ve öykülerdi.
3.
Türkiye’de edebiyat derslerinin nasıl yapıldığını anımsadım. Çok az
ailede çocuğa okuma alışkanlığının kazandırıldığı ülkemizde, bir romanı
baştan sona okuyup tat alma alışkanlığı okullarda da hakkıyla verilemiyor.
Derste hiçbir zaman öğretmenle birlikte baştan sona bir roman okunmaz.
Güdümlü okuma -o da çok az sayıda okulda var-, dersdışı etkinliği olarak
gündeme gelir. Öğrenci kendi kendine bu çalışmayı yapıp ödev hazırladığı
için -elinde nasıl okuyacağı konusunda öğretmenin anlattığı ipuçları olsa
da- çalışma genelde hatalı ve eksiklidir.
Bu
grupta kısa bir romanı birlikte okumaya karar verdik. Aradığım
bütün öğelerin kolaylıkla görülebileceği bir roman seçtim. Sınıfta cümle
cümle okuyup, kimi cümlelerin de üzerinde dakikalarca durarak romanı
çözümlemeye başladık. Bir gün, bu kez bir başka genç arkadaş,
"Size
bir şey sormak istiyorum," dedi, "bu romanı ben daha önce okumuştum ama bu
dediklerinizi hiç fark etmemiştim. Siz ilk okuyuşta bunları fark ediyor
musunuz? Fark ediyorsanız ne kadar sürede?"
Bunlar
bana yazmayı öğrenmek kadar okumayı da öğrenmenin çok önemli olduğunu;
dahası okumayı öğrenmenin önceliği bulunduğunu düşündürdü.
Bir
hedefe ulaşmak için çabalarken nasıl ulaşacağımızı bilmek, uygun,
yeteneklerimizle örtüşen hedefi seçmek kadar önemlidir. Merak veya
ilgi duymak başka, bilinçle ve bilgiyle coşkuyu birleştirip yaratmak
başkadır. Sadece merak duyduğu için yola çıkan bir insanın ortaya dikkate
değer bir ürün koyması olanaksızdır. Merakın yanı sıra iyi bir bilgi
birikimiyle desteklenen bir yetenek, bilinç ve sabır gerekir.
Yaratıcılık her
alanda gereksinim duyduğumuz bir yetimizdir. Ortaya koyduğumuz her iş
bizim en az bir yanımızın yansımasıdır. Kuşkusuz yaratıcılığın
sınırlandırılması, istenilen bir edim olamaz. Ancak bizden öncekilerin
deneyimlerinden yararlanarak yaratıcılığımızı kullanmak bize zaman
kazandırır; zamanımızı ve enerjimizi temel kuralları yeniden keşfetmek
için kullanacak yerde onları, yaratıcılığımızı pekiştirecek ve
bileyleyecek alanlarda kullanmamıza olanak sağlar. Burada anlatılanlar,
yazmaya yeni başlayanlara yapılan önerilerdir; genç yazar arayış
içindeyken yolunu kolayca bulması için verilen ipuçlarıdır.
Elinizdeki kitaba bu gözle bakmanız yerinde olur.