Günlenmiş
İkinci Yayım’a Önsöz
Gönül
Borcu
Önsöz
Ekin Dedi
ki
Giriş
Deyi,
Dil, Söz
Bölüm 1.
DİL
1.Yaklaşım
Dilin Doğallığı ya da Uzlaşımsallığı, Dilbilim
2.İletişimde
Sözcükler ve Sözdizim
Üretici Dilbilim, Sözdizimi Destekleyen Dilbilgisel
İpuçları, Sözcüklerin Üretimselliği, “Bir Sözcük,
Bir Anlam” Yanılgısı, Terimler
3.
Soyutlama
Soyutlama Basamakları, Soyutlamanın Sonuçları
Dil ile Büyü, Şiir, Buluş ve Dil
Bölüm 2.
ERDEM
4.
Ekin Yumağı İçinde İnsan
İnsanda İçgüdü, İçtepi, Ekinsel İnsan
Ekinsel İnsanın Erdemi
5.Ekin
Yumağının Bebeği Sarışı
6.Ekinsel
Kurumlar
Aile, Gelenekler, Yönetim: Devlet ile Din
Sanat, Yaşayış Biçimi, Yiyecek İçecek
Giyim Kuşam, Barınak, Ethos, Çevre
Bilim ile Teknikbilim, Eğitim, Ekonomi ile
İletişim, Ekinsel Kurumlararası İlişkiler
Bölüm 3.
TEKNİK
7.İletişim
Kuramı ve Bilgi
İletişimin Öğeleri, Bilgi, İletişimin Koşulları
8.
Yazı ve Düğümleme Yöntemi
Yazılı Dil
9.
Makinelerin Dili
Bilişim Devrimini Yaratan Özdevin
Yapma Dil ile İzlenceleme: Yazın’dan Yazılım’a
10.
Özdevimli Çeviri
11.
Toplumun
Güdümü
12.
Toplumsal Entropi
13.
Bilim
Dili
Bilim Dillerinin Oluşması
Bölüm 4.
TOPLUM
14.
Toplumsal İnsanbilim Kuramları ve
Hısımlık Adları
15.
Toplumsal Kişilik
16.
Dilde Ulusçuluk
17.
Toplumun Kavramlar Dizgesi
18.
Bilişim Toplumu
Nesnel Bir Tanım için Yaklaşımlar, Bilişim
Toplumu Tanımı, Bilişim Devrimiyle Yaşanan
Değişim ve Gelecek, Küreselleşme
Bölüm 5.
TOPRAK
19.
Avrupa’yı Doğuran Asya
20.
Ekinler Diller Kavuşağı
21.
Us
Çağına İlk Adım
22.
Ortaçağda İnsancılık
23.
Anadolu’nun Dili
SONSÖZ
EKLER:
Çizelge
1.
Türkiye’de 1974 ve 1983-1999 Dönemlerinde
Karşılaştırmalı Erkek Adları Kullanım Sıklığı
Çizelge
2.
Türkiye’de 1974 ve 1983-1999 Dönemlerinde
Karşılaştırmalı Kadın Adları Kullanım Sıklığı
Yaşamöyküm
Kaynaklar
Sözlük
Dizin
ÇİZİMLER
1.1.
Türkçe ünlülerin sınıflandırılması
1.2.
İzlenimlerin seçilmesi
1.3.
Soyutlama basamakları
2.1.
Ekinsel insan
3.1.
Elektronikçi gözüyle iletişim
3.2.
Kavramçiziden sesçil simgeye geçiş
3.3.
Japonca kavramçizi örnekleri
3.4.
Yönetim bilişim dizgesinde geribildirim kavramı
3.5.
Toplumsal entropi ile dış iletişim arasındaki bağlantı
3.6.
Toplumun dış iletişim yolları
3.7.
Toplumların dış ilişkilerine birkaç örnek
4.1.
Hısımlık ilişkilerine birkaç örnek
Anadolu insanının yaşantısı bir bakıma yüzyıllardan beri değişmeden
sürüp gitmiş, eskiliği içinde donup kalmış bir yaşantı. Ressam Balaban,
resimlerindeki kozalar içinde yaşayan insanları, iskelete dönmüş
öküzleri, karasapanları Anadolu insanının değişmeyen, durgun alınyazısı
gibi görmüyor mu? Bu görüntü her şeyden önce üretim ilişkileriyle ilgili
olan ve adına teknikbilim denilen ekinsel kurumun Anadolu’da sürüp giden
durgunluğuyla ilişkili olmalı. Teknikbilimin yanı sıra Anadolu ekinini
oluşturan öteki kurumlar da mı değişmiyor? Bu kurumlar kendi aralarında
nasıl etkileştiler? Niçin teknikbilim durgun? Teknikbilim de öteki
kurumlarla etkileşmedi mi? Bu soruların araştırılması, yanıtlarının açık
seçik tutarlı bir dizge biçiminde bütünleştirilmesi bugünün Türk
insanına düşen bir görev.
Balaban’ın görmediği ya da resimlerine yerleştiremediği büyük değişiklik,
kendinin varlığı, aydının ortaya çıkışı. Gerçi bu henüz büyük insan
yığınını tümüyle kavrayan bir değişim değil ama toplumu durgunluktan
kurtarmaya istekli bir güç doğdu, koşullar bu gücü yaşattı, geliştirdi.
Türkiye’de devrim başladı, bitmedi. Aydın Atatürk devrimcileri Türk
toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma savaşımını sürdürüyorlar.
Savaşımın kazanılması büyük halk yığınlarının yaşamındaki durgunluğun sonu
olacak. Ancak ekinimizin vardığı durağın kendiliğinden, evrimle aşılmasını
bekleyemiyor Türk insanı. Devrimse ancak ekinsel örüntüyü oluşturan
kurumların hepsinde birden yapılan, istenilen yeni örüntüyü yaratacak
biçimde bütünleşen bir dizi devrimle gerçekleşebilir. Bütün toplumsal
kurumlarla birlikte dilin de devrimde bir yeri yok mu? Türkçe-Osmanlıca
savaşımının toplumumuzda büyük sürtüşmelere yol açması dildeki değişmenin
ekinimizde ne denli büyük bir değişmeye ortam hazırladığının tutucu
çevrelerce bilinmesinden ya da sezilmesinden olmalı. Benzer bir bilinç ya
da sezgiyle devrimci de dil sorunuyla ilgileniyor.
Dilde
devrimle, dilin ekin örüntüsündeki yeri arasındaki ayrım, birinin zaman
içinde bir değişkenin zorlanmış değişimine, ötekinin daha çok, belli bir
çağdaki ekinsel bütüne ilişkin olması. Eşzamanlı dizgeyi kavrayabilmek
için artzamanlı değişmeleri de incelemek gerekir. Bununla birlikte, evrim
içindeki bir dizgenin anlaşılması da ancak eşzamanlı kesitlerin
belirlenmesiyle olanaklı. İncelemede bu bakımdan dilin ekin örüntüsündeki
yerini belirlemeye çalışırken sık sık ekinleşme, ekinlendirme, ekinlenme
gibi toplumsal değişim süreçlerine de değindim. Yalnız bunu yaparken dilde
devrim kavramına ya da zorlanmış değişimlere ilişkin olaylara gereğinden
çok yer vermemeye, böylece konuyu öngördüğüm belli bir çerçeve dışına
taşırmamaya çalıştım. Çünkü zaman içindeki değişimler arasında dilin
toplumsal insanbilim bakımından incelenmesinde, zorlanmış olanlardan çok,
doğal değişimler bütünü kavramamıza yardımcı olur. Devrim üzerinde
düşünceler bu kavrayıştan sonra sürdürülebilir. Kaldı ki Türk Dil
Devrimi’ni, Sarayda yapay bir seçkinler dili olarak gelişen Osmanlıcanın
yerine, halkın konuştuğu Türkçenin devlet dili olarak benimsenmesi olarak
yorumlamak gerekir. Yüzyıllarca tüze, bilim ve yönetim sözcüklerinin
yabancı köklerden türetildiği bir toplumun anadili birden devlet dili
olunca, bu dilde çok hızlı bir gelişme görülmesi bir zorlama değil doğal
bir gelişme sayılmalıdır.
Dilin
ekin örüntüsündeki yerini belirlemek için bir kuram ileri sürmeye
çalışmadığımı da belirtmek isterim. Zaten dilin, bütün ekin yapısını
kökünden etkileyen bir değişken olduğunu, öteki değişkenlerin ikincil
önemde olduklarını da düşünmediğime göre, salt bu konuda bir kuram ileri
sürmem beklenmez. Bu çalışma, bir ekinsel kurum olarak dili ele alıp
inceleme amacı güden, dil ile ekin üzerine bir deneme’dir. Çağdaş
uygarlığımızın birey ve toplum olarak bizi saran karmaşıklığında, her
şeyden önce, elektronik bilgisayar çağının adamı olmanın bilinciyle, dil
ile ekin üzerinde düşünmeye çalıştım. Kullandığım dil, düşüncelerimi
açıklıkla anlatabilmek üzere yararlandığım birçok yeni terimle yüklü bir
Türkçe. Yeni kavramlarla birlikte Türkçede yeni sözcüklerin de ortaya
çıkması kaçınılmaz. Bunun getirdiği okuma güçlüğünü
azaltabileceği düşüncesiyle, denemenin sonuna bir sözlük koyma yolunu
tuttum. Düşüncede olduğu gibi dilde de tutarlılık sağlamak amacıyla
denemede Türkçenin düzenli yapısından, Türkçenin anlatım kolaylıklarından
yararlanmak istedim. Türkçeme özendim. Dile özenmeyen, dil bilinci olmayan
biri olsaydım, zaten dil üzerine bir deneme yazmaya kalkışmaz, konuyla
ilgilenmezdim.
*
Önsöz’ün
buraya değin olan kesimi Eylül 1972’de yazılmıştı. Gerçekte bu çalışmanın
çatısı 1968 gününde ortaya çıktı. Daha sonra bu konuyu bir deneme
biçiminde işlemeye giriştim. 1972 yılı akşamlarının önemli bir bölümünü bu
konuya verdim. Aradan geçen süre içinde konudan uzaklaşmadım, denemeyle
bütünleşecek yeni gözlemler edinmek istedim. Ancak, Beşinci Bölüm olarak
eklediğim Toprak bölümü dışında, denemeyi yeniden düzenlemeye de
girişmedim. Önceki biçimiyle Anadolu’nun Dili başlıklı kesim Dördüncü
Bölüm’ün sonunda yer alıyordu. Ekinlerin ancak belli bir toprak üzerinde
yeşerdiği ve ekinsel değişim süreçlerinin belli bir toprağın geçmişini
oluşturduğu yolunda gözlemler Beşinci Bölüm’ün eklenmesine yol açtı.
Önsöz’e
başlarken sözünü ettiğim “toplumun durgunluğu”na gelince: Bugün birçok
bakımlardan toplumumuzun olağanüstü devingenliğinden de söz edebiliriz.
Balaban’ın bir döneminde koza içinde yorumladığı insanlar bugünün
kentleşen toplumunda devingen gecekondu insanına dönüşmekte. Özde bunlar
toplumun birlikte var olan ayrı ayrı kesitleri. Toplumumuzda bugün
olağanüstü bir devingenlik de var, özellikle kırsal kesimin önemli bir
bölümünde süreğen durgunluk da, Doğallıkla, devingenliğin gittikçe artan
ivmesi, birkaç onyılda, geleneksel tarım toplumundan devrimci bir yapım
toplumuna geçişi kaçınılmaz biçimde sağlayacak. Ekinimizin değer yargıları
usçu çizgiye kayacak, dilimiz bilim ve teknik dili çizgisinde gelişecek.
Bugün bu sürecin başlamış olduğunun bilinci içindeyiz. Halkımızın önemli
bir kesimi bugün de okulsuz ama çoğunluğu “düzen değişikliği” isteminde
artık bilinçli. Aydınlarımız pek azınlıkta değil, halkımız git gide
aydınlanmakta.
Dil ile
ekin’in Birinci Bölüm’ünde konu dil. İlkin üç bin yıl sürmüş “dilin
doğallığı / uzlaşımsallığı” tartışmasından yapısal dilbilime ulaşan
çizgide, dili incelemede insanoğlunun benimsediği türlü yaklaşımlar gözden
geçirilerek sözcüklerin üretimselliği üzerinde duruluyor. Sonra dilin
sağladığı soyutlama olanakları ile birlikte dil ile düşünce arasındaki
ilişki inceleniyor, dilin doğaya egemen olmak isteyen insanın elinde ister
büyü, ister şiir, isterse teknik buluşlar için ne gibi bir araç olduğu
araştırılıyor.
Erdem
başlığını taşıyan İkinci Bölüm’de konu ekin kavramı. Başlık
erdem, çünkü bu belirsiz anlamlı sözcük, ekin’in değer
yargılarıyla ilgili özünü iyi
simgeliyor. Ekince tanımlanmış değer yargıları dizgesi genellikle
toplum düzenini olduğu gibi sürdürmeyi amaçlar. Bu niteliğiyle ekini
oluşturan birçok toplumsal kurum tutucu özellikler taşır. Böylece
Ortaçağda erdem Tanrı’nın istemine boyun eğmektir, yapın toplumunda
çalışkanlıktır. Savaşta erdem sayılan insan öldürmek barışta en büyük
suçtur. İslamda erdem sayılan çokkarılılık çağımız yapın toplumunda
onaylanmaz. Ekinin değer yargıları dizgesinin biz Türkler için bir
birleşkesi olan Türkçedeki namus sözcüğü Hint-Avrupa dillerindeki
norm (Fr. norme, İng. standard: bayrak; standart)
sözcüğüyle hısım. Bu sözcük Yunanca nomos sözcüğünün arapçalaşarak
Türkçeye girmiş biçimi. Tıpkı Hint-Avrupa kökenli dillerdeki erdem
sözcüğünün (İng. virtue, İt. virtù) erkek anlamına gelen
wir ya da vir kökünden türetilmesi gibi Türkçede de erdem
sözcüğü er’in damgasını taşımakta. Erkek egemenliği altındaki bir
toplum düzeninde namus’un erkeklerce tanımlanmasına, erdem’in
er’den üremesine şaşmamak gerekir. Ancak ekinin tutucu öğelerinin
yanı sıra, kişinin toplum düzenine başkaldırmasına olanak sağlayan öğeleri
de var. Örneğin sanat bu tür kurumlardan biri. Dil, kişilerin bağımsız
istemlerince gerçekleşen sözleri dolayısıyla bu tür bir kurum. Bu denemede
geleneksel düzeni sürdürmeyi amaçlayan bir erdem anlayışına karşı, ekin
kavramının devingenliğini araştıran toplumsal değişime dönük bir erdem
anlayışıyla dilin ekinsel kurumlarla ilişkileri tartışılıyor.
Teknik
başlığını taşıyan Üçüncü Bölüm’de ekinsel kurumlardan biri olan tekniğin
dil ve iletişimle ilgili öğeleri araştırılıyor. Yazıdan makinelerin
diline, oradan toplu iletişimin bireyleri yönlendirme olanaklarına,
toplumsal değişimle toplumun iletişim olanakları arasındaki ilişkilere
değin uzanan çizgide teknik öğeler üzerinde duruluyor. Burada da amaç ekin
kavramının kapsam genişliğini göstermek, teknikbilim boyutunda, dil ile
iletişim kurumlarının ekinsel değişim süreçlerindeki yerini araştırmak.
Toplum
başlığını taşıyan Dördüncü Bölüm’de toplumsal insanbilim ya da ekin
kavramına kuramsal yaklaşımlar tanıtılmakta, hısımlık adlarıyla toplumsal
yapı ilişkileri üzerinde durulmakta. Kuramsal yaklaşımlarda da dil ile
ekin ilişkisinin öncelik kazandığı görülüyor. Toplumsal kişilik
özellikleri dile yansıyor. Dilde ulusçuluk
ile anadilinin ayrıcalığı kavramları
üzerinde de bu bölümde duruluyor.
Son
olarak Toprak başlığını taşıyan bölümde, ilk dört bölümde genel
çizgide araştırılan dil ile ekin kavramlarıyla bunlar arasındaki ilişkiler
somutlaştırılıp ekinin önemli bir öğesi olan toprak ya da yurt
inceleniyor. Bu inceleme, önceki bölümler gibi evrensel boyutlarda değil,
somut bir örnek üzerinde yapılıyor. Türkiye toprağının ekinsel oluşumunun
ana çizgileri araştırılıyor. Anadolu’da özgün bir ekinin hangi tarihsel
süreçlerde geliştiği, türlü ekinlerin, türlü dillerin nasıl birbirleriyle
bütünleştikleri, bundan doğan devingenlikle insanlığın us çağına ne denli
büyük bir adım atabildiği, insancı düşüncenin daha Ortaçağda Anadolu’da
nasıl yükseldiği, dil ile ekin kavramları üzerinde bir bireşime varmak
isteyen bir çizgide araştırılıyor.
İşte bu
kısa özet de gösteriyor ki Dil ile Ekin bir bilim yapıtı değil bir
deneme. Bir deneme için bile aşırı geniş bulunabilecek kapsamını gözden
geçirince, denemenin bir bilim yapıtıymış gibi okunmasından çekiniyorum.
Arayışımı okuyucumun deneme olarak değerlendirmesini dilerim. Denemeler
adlı ünlü yapıtının önsözünü 1580’de Montaigne şöyle bitirir: “Hâlâ ilk
doğa yasalarının tatlı özgürlüğü içinde yaşadıkları söylenen uluslar
arasında bulunsaydım, inan ki (yapıtımda) kendimi bütün bütüne ve
çırılçıplak gösterirdim. Böylece, (ey) okuyucu, kitabın gereci ben
kendimim: Zamanını bunca boş, bunca uçarı bir konu için kullanmanı
doğrulayabilecek hiçbir neden yok; öyleyse allahaısmarladık.”
Deneme
TDK Yeni Yazım Kılavuzu’nun Dokuzuncu Baskısı’nda yer alan yazım
kurallarına göre gözden geçirilmiştir. Latin abecesiyle yazılan yabancı
kökenli özel adlar oldukları gibi korunmuş, öteki abeceleri kullanan
dillerden alınan özel adlarda ise Türkçe sesçil yazım kullanılmıştır.
Böylece Yunan abecesiyle yazılmakla birlikte Fransızca/İngilizce
çevriyazımdaki biçimiyle Thales denemede Tales olarak,
Lykia ise Likya olarak yazılmıştır. Sesçil yazımın
benimsendiği birçok dilde, örneğin İtalyancada, İspanyolcada sayıları pek
çok olan Yunanca kökenli sözcükler, okundukları biçimde yazılır. Üstelik
biz bu özel adların birçoğunu bizim ekinimizin birer değeri olarak
benimsiyoruz bu deneme sonunda. Yazım ayrıcalığıyla bunları
yabancılaştırmak çelişkili olurdu. Bunun gibi bugün dilimizde iyice
yerleşmiş söylenişleri dolayısıyla Miletos, Ephesos yerine de
Milet’i, Efes’i yeğledik. Bununla birlikte, sık kullanılması
olasılığı bulunmayan Kratylos adını, Kratilos mu Kratülos
mu biçiminde yazmanın daha doğru olacağını konunun uzmanlarına bırakıp
çevriyazı olarak şimdilik Kratylos biçiminde yazdık. Bu çelişkinin
bağışlanmasını dilerim.
Başta bu
denemenin yazılmasında beni yüreklendiren Bozkurt Güvenç olmak üzere,
çalışmayı okuyarak eleştiren Doğan Aksan’a, Özcan Başkan’a, Berke
Vardar’a, Doğan Cüceloğlu’na, Çağpar Fıkırkoca’ya, Ali Gitmez’e, Talat
Tekin’e, Ekrem Gülmezoğlu’na karşı borçluyum. Çalışmanın Türk Dil Kurumu
Yayınları arasında genişletilmeden, olduğu gibi basılması yolunda Doğan
Aksan’ın son önerisi söz konusu olmasaydı sanırım yayın birkaç yıl daha
gecikecekti. Öte yandan, el yazımı temize çeken Ayşe Tuncer ile Rafiye
Şahin’e borçluyum. Denemeyi yazdığım 1972 yılında taşıdığım ağır işyüküne
karşın çalışmanın yapılabilmesi, ancak eşim Gülden’in anlayışı, sabrı ve
özendirmesi ile olanak kazanmıştır. Bu yüzden ona karşı ayrıca borçluyum.
Dil ile
Ekin’i
bana anadilimi öğreten ve artık yalnızca anılarda var olan annem Semahat
Köksal ile beni okutan ve bana mühendisliği, dilciliği gösteren babam
Enver Köksal’a adıyorum.
Ankara,
26 Şubat 1978 A. K.