“Sokak
kapısı, o akşam da kapıyı çalanın karşılanmaya ihtiyaç duymadan içeri
girebilmesi için aralık bırakılmıştı. Her şeyin aynı olduğu, aynı
hareketlerin tekrar edildiği sıradışı (!) akşamlardan biriydi. Tokmağa
uzanan el, yavaşça yaşlı ahşabı itip parmaklarının ucuna basarak içeri
girdi. Kapıyı, geldiğini içeridekilere duyuracak bir tonda yavaşça
kapatarak küçük odaya yöneldi.
Denizli
oda her zamanki gibiydi… Bazen “her zamanki gibi” olanın değerini
bilmediğimizi fark etmeyiz! Odanın denize açılan geniş pencerelerinden,
mavinin kadim sandallarının ışığı dolmuştu içeriye. Konuğunu tanıdık
kokusuyla karşılayan denizlerde başladı “söz” ...”
- SELİM’İN ROMANI’ndan (Meltem
ÇİÇEK)
DENİZLİ ODANIN KAYIKLARI;
okuyucuya, kayıkların hüzün kokan sükûtunu hissetmenin tarifi zor
anlatılarını sunuyor. Denizin oyuncu dalgalarından lezzet almaya davet
ediyor. Rüyanın, denizin, sandalın kol kola girdiği hayatları
selamlıyor… Ölüm ve ayrılığın hikayelerini anlatıyor denizli odalardan!
“Sokak kapısı, o akşam da
kapıyı çalanın karşılanmaya ihtiyaç duymadan içeri girebilmesi için
aralık bırakılmıştı. Her şeyin aynı olduğu, aynı hareketlerin tekrar
edildiği sıradışı (!) akşamlardan biriydi. Tokmağa uzanan el, yavaşça
yaşlı ahşabı itip parmaklarının ucuna basarak içeri girdi. Kapıyı,
geldiğini içeridekilere duyuracak bir tonda yavaşça kapatarak küçük
odaya yöneldi.
Denizli oda her zamanki
gibiydi… Bazen “her zamanki gibi” olanın değerini bilmediğimizi fark
etmeyiz!... Odanın denize açılan geniş pencerelerinden, mavinin kadim
sandallarının ışığı dolmuştu içeriye… Konuğunu tanıdık kokusuyla
karşılayan denizlerde başladı “söz” ...”
Henüz okurla buluşmayan kitabım
SELİM’İN ROMANI böyle başlar ve denizli odalarda kurulur hayat…
Bu, okuma-yazmayı Anadoluhisarı’nın meşhur Göksu Deresinin kıyısında
öğren biri için büyülü bir an andır zira kayıklarla büyüyenler ömür boyu
sevdalıdır kayıklara… Ömür de bir sandala sığıverir zaten! Ne tarifsiz
bir mutluluk!
Oğuz Atay da sandalın bir
yerine gizlenip eşlik eder bu yolculuğa; “İyi şeyler birden bire
olur, bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak
kötü şeyler çıkar ya da hiçbir şey çıkmaz.” diyerek!
Evet, kayıklar arasında geçen
yılların anlatılarına hoş geldiniz!
Anlatı veya şiirin ne olduğunu
sorarsanız, bu soruyu Neruda yanıtlasın zira ünlü şair, 1954 yılında
Şili Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada kendisine şiirin “ne” olduğu
sorulduğunda şu cevabı verir:
“ O, gözle görülmeyen
doruklardan gelir. O, (…) yalnız ve hoş kokuludur ve nehir gibi o da
akışına ne düşerse düşsün emecektir. Şiir, tarlaları sulayacak ve açlara
ekmek verecektir. O, olgun başaklar boyunca dolanacaktır. O, insanlar ne
zaman çalışsalar ve ne zaman dinlenseler şarkısını söyleyecektir. (…)
Şiir; şarkı ve berekettir” (Neruda 1985, s.6)1.
Evet, dönelim kitabımıza…
Kitabın Dîvân şiirinden
örnekler sunan bölümlerine özellikle dikkat çekmek isterim zira bu
bölümlerde; Dîvân şiirinin derinliğini, söz oyunlarını, mazmunlarını,
kısaca eski şiirimizden haz almayı bilen okuyucuya ihtiyaç duyduğumuzu
vurgulamak istedim. Bunun yanı sıra Tasavvuf düşüncesine yer veren
şiirlerin, bu anlayış üzerine şekillenen kavramsal çerçevede
yorumlanması gerektiğini de belirtmeliyim.
DENİZLİ ODANIN KAYIKLARI’nda
yer alan şiirler; okuyucuya, kayıkların hüzün kokan sükûtunu hissetmenin
tarifi zor anlatılarını sunuyor. Denizin oyuncu dalgalarından lezzet
almaya davet ediyor. Kederin, rüyanın, denizin, sandalın kol kola
girdiği hayatları selamlıyor… Ölüm ve ayrılığın hikayelerini anlatıyor
denizli odalardan...
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî;
“Dinle neyden kim2
hikâyet etmede,
Ayrılıklardan şikâyet etmede”
der Mesnevi’nin başında…
Ney, sazlıklar arasından
koparılarak alınan kamışın kurutulup yakılarak üzerine 7 delik
açılmasıyla yapılır ve içine hava üflenmesiyle de o uhrevî ses
duyulur. Tıpkı sazlıklardan koparılarak yurdundan ayrılan kamışlar
gibi insan da Tanrı’dan, ana vatanından ayrılarak dünyaya gelmiştir.
Hamdır; “yanmak” ve insan-ı
kâmil olmak suretiyle fenâfillah mertebesine erişmek, sevgiliye
kavuşmak ister. Öz yurdundan ayrıdır ve bu ayrılıktan şikâyetçidir,
çünkü ait olduğu yerde değildir.
45’lik anlatılar da belki
hiçbir yere ait olamayanları anlatıyordur, kim bilir… Evet, hâl
böyle belki ama “iç yolculukta” umut var her zaman, her şeye rağmen!
Yunus’un
dediği gibi “söz”, daima
içimizdeki zehri alır, bunu unutmayalım:
“Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz.”
Buyrun gelin hep birlikte,
yüzyıllar öncesinden Yunus Emre’nin açtığı söz kapısından yola
çıkalım ve Denizli Odanın Kayıkları’nın dizelerinde, ömrün tüm ağulu
aşlarını bal etmeyi deneyelim… Ekim 2019, Anadoluhisarı